top of page
  • Yazarın fotoğrafıFecr-i Ati

Dertsizliği Dert Sayanlar

Baharın taze kokusunun ciğerlere işlendiği bir vakitte; Trakya’nın sakin bir Taşrası’nda büyük bir gümbürtü kopuyordu. Birkaç kendini bilmez yabancı gelip meydandaki kahvede nutuk atınca Bitabi gümbürtü kaçınılmaz oluyordu. Üstelik bu heriflerin niyeti de kasabalının gözü gibi baktığı o ruha cenneti tasvir eden; çiçekler ile bezenmiş olan “Halk Bahçesi’ni” yerle bir edip üzerine site dikmek olunca dayak yemeleri işten değildi.

Nutkun yarısında işi anlayan kahveli; bağıra çağıra, yaka paça bu servet düşkünü hadsizleri kahveden çıkarıp, bir sağlam dayak atıp kovalamıştı. Olay burada sonlanmadı tabi. Ahali de bunun farkındaydı. Elletmeyeceklerdi bahçeyi kesin karar buydu ama olgunlaşmış kızına gelen ilk talibin serserinin teki olduğunu fark eden baba gibi olmuştu tüm kahveli. Şaşırmış bir halde dağıldılar evlerine. Bu dertsiz temiz insanların geceleri yegane toplandıkları yer olan bahçe hani kadınların çay içip çekirdek çitlerken dedikodu ettikleri; genç sevgililerin kapısında randevulaştıkları; yaşlıların daha doğrusu bıyığı ak ama kuvveti yerinde dedelerin Cuma Namazı’nı banklarında oturup beklediği o bahçe nasıl olurdu da site olurdu.

Yaptırmayacaklardı tamam ama orası devlet arazisiydi, satın alacak olsalar kimde para vardı ki? Öyleyse devlet kendi bahçesi için izin mi alacaktı onlardan.

Ah bu kör olası para nasılda bu vakte kadar bu köylülere lazım olmamıştı. Gerçi olmazdı tabi, kendi biçtiklerini yerler, birbirleriyle paylaşırlar, pazarı bile birlikte kurarlardı. Nereden gelmişti bu dert, ruhlarındaki sevincin bir ilkbahar tomurcuğu gibi patlayıp hep taze kalan insanların başına.

Ertesi sabah erkenden gözler kan çanağı herkes kahvedeydi. İlk sözü otuzlu yaşlarında, burulmuş bıyıkları kırlaşmış; çakır gözlerinin altı çökmüş, lacivert gömleğinin üstüne eskimiş yeleğini giymeyi ihmal etmeyen Mustafa oldu:

-Beyler nedir bizdeki bu hal, henüz Bahçe yerinde, dünkü hadsizler ortada yok.

Bıyıkları dumandan sararmış, hanımının kaybettiği günden beri gözlerinin kanlanmış hali geçmemiş Halit Dayı her zamanki hitabıyla sözü kesti:

-E çocuk biz olmuşa değil olacağa yanarız.

-Fakat Dayı…

-Çocuk, olacak derde çare aramak olmuş derde çare aramaktan zordur, ondan ki hepimizin gözler kan çanağı. Biz ne olacağı geçtik artık ne yapacağız diyoruz. Fakat ölmemiş bir adamı diriltmek sanıyor musun ki ölmüş bir adamı diriltmekten daha mantıklıdır. Değildir elbet.

Köyün delisi olan gömleğinin son iki düğmesi hep açık, elleri hep saçında olan Osman araya girdi:

-İster misiniz bunlar devletten bağımsız iki dolandırıcı olsun?

Mustafa:

-İsteriz elbet fakat deli saçmalarını kabul etmeye başladığımız vakit.

Halit Dayı:

-Çocuk…

-Ne Dayı ne, yine mi haksızım? Diyerek kahveyi terk etti.

Zaten hep böyle olurdu Mustafa bir şey der Dayı kızar, Mustafa da kahveden çıkıp giderdi. Büyüğüne laf edecek hali yoktu. Buralarda hep böyleydi zaten büyüğüne laf edenler en sevilmeyenler olurdu. Bu yüzdendir Cemal’den kimse hazzetmezdi. Doğruya doğru derdi herkes gibi, yanlışa yanlış demekten geri durmazdı herkesten farklı olarak. Onun için yanlışı söyleyen önemli değildi. Subaylık okumuştu yine bu huyu yüzünden atılmıştı askerden. Komutanı ona, bir yabancı subaya rütbesi ondan küçük olmasına karşın yani önce onun selam durması gerekirken, Cemal’e önce selam durmasını emretmişti. Cemal de dayanamayıp apoletlerini söküp komutanının yüzüne fırlatınca ordudan atılmıştı. Kimseye eyvallah ı yoktu onun olamazdı da. Subaylık apolette değil ruhtaydı onun zannınca.

O sırada o da kahvedeydi ve söze başladı gür sesiyle:

-Beyler, delinin haklı çıkması akıllıyı aptal; deliyi akıllı çıkarmaz. Ben Osman’a katılıyorum. Bu herifler ne belge gösterdi ne bir şey.

Tabi beklenen oldu, köylü bir deliyi bir de böyle akıllıyı hep dışlardı zaten. İlk saçı sakalı ak Kosova Göçmeni olan – gerçi burada herkes Rumeli göçmeniydi- Suphi karşı çıktı Cemal’e

-Hayde oradan bre akılsızlar kim neden yapsın bunu?

Cemal hiddetlenerek:

-Zaten söylüyoruz kim neden yapıyor neden hala anlamıyorsun. Dolandırıcı diyorum sana dolandırıcı. Dolandırıcı ne yapar, dolandırır haliyle! Siz daha bu sünepeler bir daha gelecek diye bekleyin. Eğer devletten olsalardı mutlak tehdit ederlerdi. Bu korkaklar ağzını bile açmadı dayak yerken.

Köylü beklerdi zaten yaptığı tek şey hep beklemekti. Hasatı beklerdi, oğlunun askerden dönmesini beklerdi, kızının evlenmesini beklerdi. Beklerdi de hiç düşünmezdi. Düşünen adamı da yanında istemezdi. Gerçi onu tek köylü değil kimse istemezdi ya!

Köylü bekledi, bekledi ve bekledi dertsizliği kendine dert edinmeyi görev bildi.


Burak BASAR

25 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page